3 Mayıs'a Dair
- Ahmet Oğuz Acar
- 2 gün önce
- 4 dakikada okunur

Geçtiğimiz günlerde bir 3 Mayıs’ı daha geride bıraktık. Malum, Türkçüler Günü. Hamdolsun her sene olduğu gibi yine tartışmalı, karmaşık geçti. Günün anlam ve önemini anlatan birçok arkadaşımız olduğundan ayrıca değinmeye ve detaylıca anlatmaktansa bu yazımızda farklı bir yönden bakacağız.
Milliyetçi olduğunu iddia eden bazı kimseler sosyal medya üzerinden bugünün basit bir dava nedeniyle bir anma günü olduğunu, bundan ötürü içselleştiremediklerini iddia ediyor ardından da merhum cumhurbaşkanlarımızdan İsmet İnönü’yü savunan, onun başarılarını anlatan yazılar kaleme alarak neşrediyorlar. Öncelikle siz değerli okuyucularımıza sosyal medya denilen çöplüğün sadece ve sadece klasik basın yayın organlarına alternatif oluşturmak vazifesini ifa edebildiğini belirtmek isterim. Fakat bu noktanın da istismara açık olduğunu, göreceğiniz haber, bilgi vesair dikkat çekici hususları konuşacağımız konuda da olduğu üzere olabildiğince araştırmanızı tavsiye ederiz.
Acizane tavsiyelerimizden sonra esas konumuza gelelim. Bu iddiayı ortaya atan zevat asla samimi değildir. Samimi olmadıkları bu iddianın hemen ardından merhum İnönü’yü savunmaya uğraşmalarından bellidir. Ancak hesap edemedikleri şey bu yolu izleyerek saf zihinleri suistimale hazır hale getirdikleri ve merhum İnönü’yü doğrudan hedef gösterdikleridir. Bu şekilde geçmişte yaşanmış bir olaya taraf olmakta ve sırf nemalandıkları inançlarına ters düşeceğinden bu yolu izlemiş ve izlemektedirler. İşte ifsat budur, yanıltma budur, aldatma budur ve doğunun bu zararlı zihniyetinden kurtulamadıklarının apaçık bir işaretidir.
Öncelikle 3 Mayıs basit bir hakaret davasıyla izah edilemez. Ardından gelişen süreçle ve devrin siyasi ortamıyla beraber okunması gereken bir olgunun başlangıcıdır. Bu olgu sonucunda milliyetçiler siyasi olduğu artık belli olan davalarda yargılanmış, hapsedilmiş, türlü işkencelere maruz kalmıştır. Ayrıca mahkûm edilmiş kişiler günümüz Türk tarih anlayışının da mimarlarıdır, maalesef çalışmaları hâlâ tek kaynaktır ve aşılamamıştır. Maziden kâr elde etmeyi gaye edinmiş,onu bir hesaplaşma vasıtası haline getirmiş bu zararlı zihniyeti ısrarla savunduğumuz müddetçe aşamayacağımız da aşikardır. İşte bu mümtaz kişiler bu olgunun miladı olan 3 Mayıs’ı bir anma günü olarak hayatımıza katmışlardır. O günü içselleştiremeyen kişiler bugünün bize verdiği manayı anlamaya uğraşmaktandan da geri kalmaktadır. O mana nedir? Bu ülkede milliyetçiliğin ucuz bir fikir olmadığıdır. Bu topraklarda Türk milliyetçiliği gibi siyaset üstü olması gereken bir fikrin siyasetin istismarına uğradığını bize anlatır. Bu topraklarda Türk milliyetçisi olmak eziyete çileye katlanmak, türlü kesimlerin düşmanlığını çekmek demektir. Klavye delikanlılığıyla sadece şikâyet etmek yerine, bu millet için çözüm yolları aramanın ve bunu yaparken kısır kavgalardan uzak durmanın lüzumunu, her ne işle ilgileniyorsak azim ve gayretle işimize bakmamız gerektiğini bize göstermektedir. Bunlardan ders alalım diye bugün bir anma günü olmuştur.
Gelelim bu fırsatçıların neden merhum İnönü’yü savunmaya uğraştıklarına. O yıllarda ülkemizde tek parti iktidarı hakimdir ve devrin en önemli figürü merhum İsmet İnönü’dür. Merhum İnönü bilhassa cumhuriyet tarihimiz için önemli bir yere sahiptir. İyi bir kurmaydır. İstiklal Harbi’nde zaferler kazanmış, Sakarya Muharebesi ve Büyük Taarruz gibi hayati harplerin savaş planlarında, ordu sevk ve idaresinde önemli başarılara imza atmış iyi bir komutandır. Bir defa ülkemizi Lozan’da temsil etmesi ve devrin şartlarına göre başarılı bir anlaşmanın imzalanmasını sağlaması, ülkemizi II. Dünya Savaşı’na sokmamak gibi büyük bir diplomasi başarısına imza atması, çok partili hayata geçişe önayak olması ve çok partili rejimin oturmasına gayret etmesi bile önemli bir devlet adamı olduğunun canlı delilleridir ve tarih bunu böylece kaydetmektedir. Bu iddiaları da ben değil bizzat rakipleri iftiharla söylemektedir. Asalet de bunu gerektirir.
Peki o yıllarda Sovyetler Birliği ile iyi ilişkiler kurmak adına sol fikirli aydınların ve sol fikirlerin itibar gördüğü buna karşın milliyetçi fikir ve aydınların istenmediği hatta hapsedildiği yalan mıdır? Bilakis hakikattir. Hatta 1947’de bize sığınan 195 soydaşımızı Sovyetler Birliği’ne iade etmiştik ve 195 soydaşımız askerlerimizin gözleri önünde Boraltan Köprüsü’nde kurşuna dizilmişti. Bu da bir hakikattir ve bunların Sovyetler Birliği tehdidine karşı bu devletin gazabını çekmemek adına izlenen bir politikanın eseri olduğu da muhakkaktır. Zira ülkemiz o dönemlerde çok zayıftı. Ordumuz ve donanmamız büyük bir devletle savaşamaz, iktisadi hayatımız büyük bir devleti karşısına alamazdı. Ayrıca NATO gibi büyük çaplı askeri bir ittifakın şemsiyesi altına da girmemiştik. Yani acı oldukları halde iç ve dış siyasette var olan ve gelişen hadiselerin gerektirdiklerine uymaya mecbur kalmıştık.
Peki mesele bundan ibaretse neden bu tür kişiler meseleyi çarpıtmaya, cidden karışmaya hazır bulunan zihinleri istismar edip saf niyetleri suistimal etmektedir? Bu kişiler mazide yaşanmış hadiselere taraf olmaya çalışmak gibi kötü bir huy edinmişlerdir. Bu kişiler 3 Mayıs’ın başlattığı olguyu araştıracak sizlerin merhum İnönü ve diğer idarecilere tepki gösterebileceğini, geçmişteki bir olaya taraf olabileceklerini ve bunun inandıklarına ters düşeceklerini hesapladıklarından bu yolu izlemektedir. Halbuki kendileri geçmişle yüzleşememiş ve yüzleşme niyetinde de olmamışlardır. Tarihi bir hesaplaşma vasıtası olarak kullanarak itibar kazanma yolundadırlar. Tarihi kendi pencerelerinden size pazarlamaktadırlar. Hatta bunları yaparken isimlerini kullanmaktan dahi acizdirler. Batılı olmaya gayret ederken sözüm ona batılılaşmayı şekilden ibaret sanmaktadırlar. Zihniyette ise doğunun en pis ve en habis emarelerini barındırmaktalar.
Peki biz ne yapabiliriz? Öncelikle bu tip kişilere itibar etmeyerek işe başlayabiliriz. İkincisi ise tarihimizi bir bütün olarak ele almalıyız. Milletimizin menfaati için uğraşmış herkes hatalarıyla veya savaplarıyla bizimdir ve bizdendir. Zira maksatları birdir. Yollarının farklı olması onları düşman yapmaz. Bizim de taraftar olmamızı gerektirmez. Tarihimize mâl olmuş kişilere sahip çıkmalı ve birbirimizi sevmeliyiz. Milletini seven insanlar birbirini sevmemek gibi kötü bir huyu muhakkak terk etmelilerdir. Farklı düşünseler dahi bu fikirleri müsamaha ile karşılamalı ve bu fikirlerin tutarlı olup olmadığını belirli bir edep dairesi çerçevesinde tartışmalılardır. Üçüncü olarak da tarihi bir hesaplaşma vasıtası olmaktan çıkarmamız gerekir. Tarih bizim tarihimizdir ve egomuzu tatmin aracı değildir. Kibrimize gem vuracağımıza şanlı mazimizi ihtiraslarımıza kurban etmek akıllıca bir iş olmaz. Tarih bir nasihat vasıtasıdır.
Gelişmiş milletler tarihlerini ve tarihteki hadiseleri medenice tartışmış, onlarla barışmış, bu hadiseleri tahlil etmiş, anlamış ve dersler çıkararak geleceklerini şekillendirmişlerdir. Bizim yapmamız gereken de budur. Son olarak şunu eklemeliyiz ki tarihimizi ve tarihimizdeki önemli liderleri sevmek gayet doğaldır. Ancak sevgimiz onları ilahlaştırmamalıdır. Neticede bu kişiler de bizler gibi insandır. Tam mükemmelliğe ulaşamazlar. Mutlaka hataları, yanılgıları olur. Bize düşense bu hatalardan ders çıkarmak, tekrarlamamak onlardan da ileriye geçmektir.
Comentarios