top of page

ALZHEİMER

Özel bir hastanenin sitesinde alzheimer tanımı şu şekildedir; yaygın görülen bir demans türü olup beyin hücrelerinin yok olmasına neden olan ilerleyici bir nörolojik hastalıktır. Düşünce, hafıza ve davranış fonksiyonlarında azalmaya neden olan bu hastalıkta belirtiler yaşla birlikte yavaş yavaş ortaya çıkar. Hastalığın ileri evrelere gelmesi yıllar sürebilir. İlerleyici bir hastalık olması nedeniyle Alzheimer'da erken belirtiler genellikle son yaşanan olayların unutulması şeklinde görülürken birkaç yıl içerisinde bireyler günlük aktivitelerini tek başlarına gerçekleştirmekte zorlanacak hale gelebilirler. Sosyal beceriler, davranışlar ve mantıklı düşünme yeteneği de zamanla olumsuz etkilenir. İleri evre Alzheimer hastaları çoğunlukla bir kişiyle karşılıklı olarak sohbet edebilme yeteneğini kaybeder, kendilerine yöneltilen sorulara ve çevrelerinde gelişen olaylara yanıt vermekte güçlük çekmeye başlar. Hastalık çoğunlukla 65 yaş ve üzerindeki bireyleri etkilese de daha genç başlangıçlı örneklerine de sıklıkla rastlanması nedeniyle bir yaşlılık dönemi hastalığı olarak nitelendirilemez.







Toplumsal alzheimer ise oldukça farklı bir hastalıktır. Örneğin, bir ülkede daha dün ortalığı kasıp kavuran bir olayın yerini bugün yenisi aldığında, toplum dünkü olayı yavaş yavaş unutur. Kürsülerde, sosyal medyalarda, gündemlerde ortalığı "kasıp kavuran" olayı zamanla hiç kimse hatırlamaz. Arada bunu hatırlatan bazı ahmaklar(!) tabii ki ortaya çıkar ama iş bilenler(!) hemen o ahmakları(!) susturur. Ülkede krizler, savaşlar, toplumsal hareketlenmeler olursa da eninde sonunda bir algı operasyonu ile yaşananlar -adeta alzheimer etkisi ile- toplumun hafızasından silinir. Ve tıpkı halının altına süpürülen pislik gibi etkilerini daha sonrasında göstermeye başlar. Ama iş bilenler(!) bu olayların benzeri sanki daha önce yaşanmamış gibi yeniden, en baştan tartışma gündemi haline getirir ve sonrasında yine aynı hikaye... Peki burada ülkenin ve toplumun gördüğü zarar nedir? Ya da şu soruyu da sorabiliriz; bu sorunlardan zararı sadece ülke ve toplum mu görür?

Son yaşananlar gösteriyor ki Türkiye’nin gerek politik gerek ekonomik gerek sosyolojik gerek sportif… kısaca her alanda bir çıkmaza girdiği apaçık ortadadır. Peki yapmamız gerekenler nelerdir? Örneğin sürekli gergin bir şekilde birbirimizle tartışıp daha da gerilmek mi ya da “bana ne, derdi olan düşünsün” edasıyla sıranın bize gelmesini beklemek mi gerekir?

Aslında soruların cevabı büyük Türk Mustafa Kemal Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nde vardır:  Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.

Bu sorunlardan problemlerden kurtuluş yolu aslında kuruluş yolundan geçer. Kudretli bir Anadolu Türk devleti olan Osmanlı İmparatorluğu’nun yaptığı hatalar ve sonunda paramparça olan bu imparatorluğun varisi Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu en güzel çıkış yoludur. Bunu unutmamak gerek. 101 sene önce Anadolu’ya dayattıkları Sevr’i yırtıp yerine Lozan’ı direten bir avuç Türk tarihini geçmişini unutmadı, hatırladı ve ders çıkardır. Bize bugün, dünü unutturmaya çalışsalar da özellikle biz fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür Türk gençleri olarak unutturmaya çalışanlara karşı durup hatırlamaya, araştırmaya, öğrenmeye kendimizi geliştirmeye çalışmalıyız. Çünkü bize “Ey Türk gençliği! Birinci vazifen; Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.” diye vasiyet bırakan büyük Ata’ya, ömürlerini cephede geçiren silah arkadaşlarına, bu vatan için kanını döken aziz şehitlerimize ve yüce Türk milletine bir vefa borcumuz var. Bu borcu yaptığımız işlerde en iyisi olarak, daha iyisi olmak için çalışarak, çabalayarak, milli kültürümüze ve tarihimize bağlı kalarak bu başarı ve mazileri geleceğe aktararak 1000 yıldır bu toprakta var olan Türk milletinin devamını sağlayarak ödemeliyiz. Toplum olarak alzheimer olup dünden ve geçmişten kopuk bir şekilde geleceği çaresizce beklemek yerine Ergenekon’ndan çıktığımız gibi, Sevr’i yırtıp atıp yerine Lozan’ı ve ardından 1924 Anayasası’nı direttiğimiz gibi bu günleri de elbet geçireceğiz.


Ne diyor Ziya Gökalp:


Düşman yine öz yurduna el attı,

Mezarından ata'n kılıç uzattı,

Yürü diyor, hakkı zulüm kanattı,

Attilâ'nın oğlusun sen unutma!


Medeniyet deme, duymaz o sağır;

Taş üstünde taş kalmasın durma kır:

Kafalarla düz yol olsun her bayır,

Attilâ'nın oğlusun sen unutma!



 
 
 

Comments


YILDÖNÜMÜ KUTLU OLSUN (4).png
YILDÖNÜMÜ KUTLU OLSUN (4).png

İstanbul - Türkiye

Bültenimize Abone Ol

İletişim

bottom of page